Bir önceki yazıya ekleme:
Bu satırları yazan kadın kendini bir nehre attı yıllar sonra. Ceplerine ağır taşlar doldurmuştu. Yüzmeyi iyi biliyordu. Yüzse bile kurtulmamalıydı.

Demek bir başına bırakılmıştı. Kendini öldür, kendini öldür, diye haykırıyordu evren; bizim hatırımız için. Ama onların hatırı için neden öldürsündü kendini? Yemekler güzeldi; güneş sıcaktı; sonra kendini öldürmeye nasıl girişirdi insan, bıçakla mı, -ne kötü, her yan kana bulanır- yoksa havagazı koklayarak mı? Çok güçsüzdü; elini bile kaldıramıyordu. Üstelik şimdi ölmek üzere olan biri gibi yalnız, lanetlenmiş, bir başına bırakılmış olmasında inanmışların tadamayacağı bir özgürlük, bir lüks, görkem dolu bir ıssızlık buluyordu.


-Tomris Uyar'ın çevirisiyle Mrs. Dalloway'den-

Bette Davis I Love You!

Meryl Streep'e olan hayranlığım yadsınamaz. Hollywood'daki tabuları yıkmaya çalışan bir diğer ve sevdiğim oyuncu ise Bette Davis. İkisi de farklı oldular. Bette Davis yeteneğini ispatladıktan sonra güçlü ve karmaşık rollerde de kendini göstermeye başladı. Aktrislerin sadece güzel, iyi, zarif kadınları değil, çirkin, nefret edilebilecek karakterleri de oynayabileceğini gösterdi. Dış görünüş çok da önemli değildi onun için. O döneme göre gerçekten çok cesur bir 'kadın'dı. Yeteneğine uygun olmadığını düşündüğü bir rolü geri çevirdi ve bağlı olduğu stüdyoyla mahkemelik oldu. Amerikalı eleştirmenler tarafından en iyi aktrislerden biri olarak gösterilen bu kadın 2 kere Oscar kazanırken 10 kere de aday gösterildi bu ödül için. Benim için başarının ölçüsü Oscar veya eleştirmenlerin söyledikleri değil elbet. O da başka bir yazının konusu olur. Söylemek istediğim çok şey var eğer söz Oscarlardan açılırsa...
Bette Davis ile ilgili bir yazıya Meryl Streep adıyla başlamam aslında çok manasız değil. Meryl Streep kariyerinin ilk yıllarında Bette Davis'ten bir mektup alır. Bu mektupta Bette Davis, Meryl Streep'in kendisinin halefi olacağını hissettiğini anlatır. Bu bir bakıma gerçekleşmiştir çünkü Meryl'in de Hollywood'da farklı bir yere sahip olduğu bir gerçek. 60 yaşında olup da hâlâ başrollerde yer almak, hatta Devil Wears Prada ile başlayan süreçte dünya çapında müthiş gişe yapan filmlerde oynamak onu bu endüstride bir istisna yapıyor. Bir bakıma o da sisteme karşı duruyor. Her ne kadar onun durumu istisnai olsa da, belki de bir yere bir kapı açmıştır diye düşünüyorum.
Aslında bu yazıya başlarken sadece rüyamı anlatmayı düşünmüştüm ama Bette Davis'ten biraz bahsetmek istedim. İşte Bette Davis böyle biri ve ben ondan korkuyorum :). Röportajlarından da izlediğim kadarıyla lafını sakınmayan dobra biriymiş. Tüm o izlediklerimden, okuduklarımdan beynime yer edenlerin de etkisiyle böyle bir rüya gördüm galiba. Sanki ben o yıllardayım 1930'ların sonları 40'ların başları. Bette Davis bir filmin içindeymiş gibi. Karşısında janti bir aktör :). Oturmuşlar yemek yiyorlar. Ben de bir pencerenin arkasından izliyorum. İzlemek değil de, Bette Davis görür de onu gözetliyorum diye bana kızar, benden hoşlanmaz diye gizli gizli bir iki bakış atıyorum. Ama Bette Davis bu! Ondan kaçmaz tabii ki. Beni görüyor. Bana doğru geliyor ama ben nasıl korkuyorum bana kızacak diye. Herhangi biri olsa kızsın. Ben onu seviyorum, o yüzden kızmasa iyi olur yani. Sonunda yanıma kadar geliyor ve elini uzatıyor. Beklediğim olmuyor, tokalaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu arada Bette Davis'in üstünde uzun altın sarısı, parlak bir elbise var. Saçları da sapsarı, çok güzel. Uyandığımda gerçekten tanışmışız gibi gururlu ve mutluydum :). İlginç ve fark yaratan insanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Gerçekten tanışmak isterdim. Geçenlerde bu duyguyu Virginia Woolf için hissetmiştim. Yanlış zamanda dünyaya gelmişim sanki.
Eğer Bette Davis'i hiç seyretmediyseniz özellikle All About Eve ve Whatever Happened to Baby Jane? filmlerini izlemenizi tavsiye ederim. Hmm bir de onun o çatallı sesini sevdiğimi söylemiş miydim?

Bir sürü rüya biriktirdim yine :).

Ne tür müzik dinlersin?

Bugünlerde pop pop takılıyorum. Buna pop mu deniyor ondan da emin değilim. Belki r&b de olabilir. Herşey birbirine girmiş zaten. Akon, Lilly Allen ve benzeri tayfa diyim anlayın. Bunların nedeni hep Lady Gaga ve youtube'da izlediğim fan videoları. Allahım ben böyle şeyler dinlemezdim ki hiç. Şimdi açtım bi radyo, arada dayanamayacağım şarkılar çıkıyor, onların dışında gayet güzel dinliyorum. Eğleniyorum baya baya :). Sonra kendi mp3lerimden açıp dinlemeye başladığımda ise vay beee işte bu diyorum. Arada kaldım. Geçici bi dönemden mi geçiyorum acaba :p. Yoksa bu müzik olayı ruh haliyle mi ilintili? Dinlediğimiz müzik ruh haline göre yavaş veya hareketli, neşeli olarak değişir tabii ama bilmem ki. Bazı insanlar biliyorum, pop dinlemezüüük dediler mi dinlemiyorlar mesela. Demek benim içimde varmış bi Britney Spears. Haydiii 1-2-3 not only you and meee...

Rüya literatürüme katılan yepisyeni bir ünlü var

Dün gece yine böyle karmaşık kurmuşuk ( karışık kuruşuk?) rüyalar gördüm. Önce yüreğime iniyodu az kalsın. Hatta indi, gözlerimdeki yaşlar sel oldu aktı. Benim Zuzum ölmüştü. Off düşündükçe ben gidicek gibi oluyorum öbür tarafa. Neyse efendim rüyanın bir yerinde artık bu gerçeği(!) kabul ettikten sonra kafamdan türlü düşünceler geçiyor. Bu Zuzunun bir de böyle hiç hoş olmayan bi şekilde ayrıldığı birisi var. Biz ona hayvan demiyoruz mesela. Hayvanlara hakaret olur diyerekten. Herneyse... Rüyadayken artık matemin yerini başka başka duyguların almaya başladığı ilk safhalarda bu şahsın ağzına etmeyi filan düşünüyorum ben. Nasıl oluyorsa bu rüyadan alakasız olarak bi anda annem ve kardeşimle bi yerlere gitmeye çalışıyoruz. Metrobüse binecekmişiz ama canım annem jeton yerine 5 lirayı sokmaya çalışıyo o turnikelerde filan. Ben anne napıyosun dur, para zayi olacak diye feryat figan ediyorum. Dinlemiyor beni. Bu sıralarda bakıyorum kalabalığın arasından Erol Büyükburç geliyor. Vay anasını sayın seyirciler, o da nerden çıktı ki? Hiç bir fikrim yok. Hani Esat Kıratlıoğlu diye bi amcamız vardı. Tansu Çiller'in yanından ayrılmazdı. Heh işte o amca gibi saçlarını yandan alıp kafasının üstüne tararmış meğersem bizim Erol'umuz Büyükburç'umuz. Ben ise o yandaki saçları upuzuuun yanlara doğru dökülmüş, tepesi de kel olarak görüyorum kendisini. Valla ondan da biraz korktum açıkçası. Gerçekte görsem o zaman da korkarım. Kızgın bi amca gibi geliyor bana. Neyse...
Bu rüyamızı da Allah Zuzuya uzun ömürler versin, Erol Büyükburç'u da saçsız bırakmasın diye yorumlayarak sonlandırıyoruz.

Noldu şimdi?

Hani çok istediğiniz birşeyi deli gibi bekler bekler beklersiniz. Sonra o beklediğiniz şey olur. Ama sonuçta hiçbirşey sizin istediğiniz gibi gitmez. Elde var sıfır. İşte o durumdayım tam şu vakit. Eee, ne oldu ki şimdi?

Aşık Oluyorum, Eyvah!

Off yaa ben aşık mı oluyorum ne halt ediyorum bilemedim. Ne saçma sapan bi insanım anlamadım ki. İnsan iki görür muhabbet eder filan dimi?! Anca o zaman. Hadi aşık oldun bari yaşa... O da yok. Benimkiler hep platonik. Şansıma ediyim.

Günün şarkısı

Charlie Mars'tan geliyor: Listen to the Dark Side
Hatta klibinde de Mary Louise Parker oynuyor.

(İyi ki tavsiye etmiş LL bu şarkıyı. Pek bi güzel, defalarca dinlenesi).


Şimdi bir yolculuk zamanıdır

Çok fazla şeye ilgi duyuyorum. Hepsini görebilmek, öğrenebilmek mümkün değil. Bir tanesi de tam olamıyor bu yüzden. Sevmiyorum bu durumu. Hiçbirşeyi tam başaramamış gibi hissediyorum kendimi.
Dengesizim. Anlık olarak gayet iyiyim. Sonra bir başka an kendimi çok kötü hissediyorum. 5 dakika önce yaptğım bir şeyden 5 dakika sonra pişman oluyorum. Hastayım. Yoksa sadece henüz kendimi mi bulamadım? Eee bu yaşa kadar?
Bugünlerde bir yolculuğa ihtiyacım var sanki. Yolların kenarlarında ağaçlar, yeni yerler, tanımadığın insanlar, dolayısıyla seni tanımayan insanlar... Bir de beni seven birine ihtiyacım var tabii. Ona herkesin her an ihtiyacı var da... Neyse... Bilmiyorum nereye kadar.

Ben neredeyim?

Emmy ödüllerini izledim, onunla ilgili yazacaktım, erteledim. Şimdi üstünden 1 ay filan geçti heralde (hiç de zaman mefhumu yoktur bende :p). Tina'yı yazacaktım. Onun Emmy'sini yazacaktım, cupcake'lerini yazacaktım. Off off bi tembellik, bi bıkkınlık, bi depresyon geldi bana. Facebook hesabımı dondurdum. (Aman ne büyük olay! Aferin mi bekliyorsun? Aferin!) Zavallı, suçsuz, masum Amerikalı email arkadaşım da nasibini aldı bu depresyondan. Yazık 1 aydan fazla yazmayınca merak etmiş:). Neyse orayı düzelttik sanırım. Özürler dilendi filan. Bazen nefret edilecek bir insan olabiliyorum. Bir dahaki mesajımda güzel şarkılar tavsiye edicem. Unutmayayım şurda kalsın...

Günün Sözü

Efendim böyle bir bölümümüz yok ama şimdi içimden geldi. Günün sözü Larry Lipton'dan geliyor:

'I can't listen to that much Wagner, ya know? I start to get the urge to conquer Poland.'

Daha fazlası için : Manhattan Murder Mystery

Olmadı! bkz: bir önceki mesaj

O kadar şanslı olmadığımı biliyordum:). Ama onun yerine Michael'ı gördüm. Michael'ın o 80'lerdeki hali, benim elim onun saçlarının arasında ve saçlarına övgüler düzüyorum:). Tatlıydı, garipti, hüzünlüydü.

Yine de:
help me sing it, ma ma se,
ma ma sa, ma ma coo sa
ma ma se, ma ma sa,
ma ma coo sa...

Bi daha! Bi daha!

Son zamanlarda gördüğüm rüyaların ilginçliği yanında bir de senaryo olabilme özellikleri mevcut. Yani demek istediğim yetenekli bi Hollywoodcu amca olsa bi kaç tane film çıkarabilir içlerinden. Bilemem, B sınıfı aksiyon filmlerine de benzeyebilirler, Oscarlık da olabilirler. Gördüğüm gün gelip yazsaydım keşke şuraya. Şimdi sadece bir tanesini hatırlayabiliyorum. 'Metroda Patlama'! O kadar gerçekti ki, kan revan içinde insanların yerlerde sürünmelerini, kolu kopmuş ya da herhangi bir şekilde yaralanmış olanların can havliyle olay yerini terketmek için kaçışmalarını hâlâ dehşet içinde hatırlıyorum. Bana hiçbirşey olmadı. Ama o tüm korkunç manzarayı görmek, yaşamak zorunda kaldım. Bu yüzden nasıl olduğunu anlamadığım şekilde zamanda geri gidip felaketi tekrar yaşamak durumunda olunca patlama olmadan önce oradan ayrıldım. Yeteri kadar uzaklaştığımda sadece patlama sesini duydum. Olay yerinden uzaklaşırken aklımda olan tek şey, bu yaptığım yüzünden yani 'geçmişi değiştirme'mden dolayı hayatımda neler olabileceğiydi. Uyandığımda bir süre rüyanın rüya olduğunu algılayamadığımdan baya bir korktuğumu itiraf edeyim. Sonrasında ise gelen bir rahatlama...:)

Rüya görme konusunda bir uzman olduğumdan mıdır, yoksa herkesin arada bir başına gelen bir şey midir bilemiyorum ama dün gece öylesine 'keşke şöyle bir rüya görsem' diye aklımdan geçirip tam da istediğim gibi bir rüya görünce bu gece için de heveslendim:)). O kadar da şanslı olamam heralde. Ama olursam ahhh!!! Ben yine birine tutuldum galiba. Rüya da onunla ilgiliydi. Rüyalarda buluşuruz yani... Zavallı ben :)))

Yo, I'm tryin tell ya somethin

Bu şarkıyı herkes bilir. Ben zamanında sözlerini bile ezberlemiştim, ki şu an inanamıyorum:). Yani o kadar sabırlı ve kendimi adamış olmama. Hâlâ hatırlıyorum, bu güzel bişi. Şimdi şurda klibini izliceksiniz. Ehem, promosyonu da Michelle Pfeiffer. Zaten Dangerous Minds'ın soundtrack'inde yeralan bir şarkıydı sanırsam bu. O filmi de az izlemedim. Bazı filmleri 5-10 kere izleyebilirsiniz, sıkılmazsınız. O filmlerden biriydi Dangerous Minds benim için. He, doğru ya, Coolio - Gangsta's Paradise:

twitter virgin / twitter ho

Conan'ı seviyoruuum :). Evet benim de twitter hesabım var ve twitter nasıl kullanılmalı temalı bişiler yazmayacağım burda. buyrunuz izleyiniz :))

Bence 'Just a little bit of history repeating'



Meryl Streep'in Türkiye'de mart ayında gösterime girecek (öfff, her film en az 4 ay sonra geliyor) olan filminin trailer'ını izlerken Shirley Bassey'nin bu şarkısına rast geldim. Hadi, filme de bi gözatalım bari:

co ceksın, fak yu!

sadece söylemek istedim.

Michael gitti kişisel tarihlerimizden sayfalar silindi

Yine internette vakit geçirdiğim gecelerden biriydi. İlk olarak twitter'ın trend topics kısmında gördüm. Michael Jackson, cardiac arrest... İkisi arasında hiç bir bağlantı kuramadım. Yazılan iletiler kötü haberi veriyordu ama nerdeyse yılda bir kez MJ'in ölüm haberini alıyorduk zaten. Ciddiye almadım. Yine de bir de ekşisözlük'e bakmak istedim. Orda da çeşitli kaynaklar göstererek konu hakkında entryler girilmişti. Kısa zaman sonra da CNN'in, LA Times'ın onayladığı ölüm haberi geldi zaten... Herkesin söylediği elinden çocukluğunun, gençliğinin alındığı. Anılarının olduğu birini kaybetmek zor gelmez mi, üzmez mi? Michael da bizim için öyle biriydi işte.
Şimdi arkasından söylenen iyi şeylere bakmayın. Bir süre sonra yine yaşarken olduğu gibi onun üzerinden haberler (çoğunlukla sadece sansasyon amacı taşıyan) yapılacak. Hayatta olsa onu üzecek olan şeyler söylenecek. Uzaktan baktığımda etrafında para kazanmak isteyen kişilerin olduğu, çocukluğunu yaşayamamış, hep çocuk kalmış, çekingen, utangaç bir adam gördüm. Sempati besledim o adama, sevdim. Saygı duydum yaptığı işlerden dolayı, dünya üzerinde böyle büyük bir etki bıraktığı için. Ne geçirdiği söylenen ameliyatlar, ne renginin değişmesi, ne çocuk tacizi davaları bunu değiştirmedi. Bana göre o geçirdiği ameliyatların mutlaka bir nedeni vardı. Rengi konusunda ise her zaman spekülatif haberler yapıldı. Michael'ın fan'ı olmayan kimsenin gerçek nedeni bildiğini sanmıyorum. Siyah bir insanın ameliyatlarla beyaz olabileceğine inandık. Çok büyük fanı olmasam bile, onu dinleyen biri olarak ben bile internette olsun 2 dakika araştırma yapmadım böyle birşey mümkün müdür diye. Bir gün bir arkadaşım bahsetmişti vitiligodan ve MJ'in de bu hastalıktan dolayı artık beyaz bir adam olduğunu. Taciz davalarını da yakından takip etmedim ve çok ayrıntılı bilmiyorum. Kanıt bulunamadığını biliyordum, ispatlanamadığını biliyordum, Michael'la yapılan bazı röportajları izlemiştim ve ona inanmıştım. Hâlâ da inanıyorum. O zaten 10 yaşında bir çocuktu.
Şimdi MJ'in ölümüyle tutulan yaslara, edilen iltifatlara önceden nerdeydiniz diyenler mevcut. Önceden alay edenler şimdi yasını tutuyorsa ve bu bir gösteriden ibaretse, bu onlar için üzücü bir durum. Acınası bir ikiyüzlülük... Ama ya Michael'ın ölümüyle şarkılarını daha çok dinlemiş, onu daha çok izlemiş, insanlar üzerindeki etkisini görmüş, onu daha iyi tanımış birinin samimi üzüntüsü ise bu? Birçok insan için bu durumun geçerli olduğunu düşünüyorum.
Bütün bunlardan bahsetmek bile onun anısına saygısızlık belki de. Bir devir kapandı onun gidişiyle. Bundan sonra dileyebileceğimiz tek şey onun gittiği yerde daha mutlu, huzurlu olması. Çok üzgünüm. Maalesef dünya acımasız ve kötü insanlarla dolu.
Rest in peace, Michael.

Festival coşkusu sarmış dört bir yanımı


Pazar günü Efes Pilsen One Love Festival'deydik. Hiç dinlemememe rağmen adını sıkça duyduğum Yasemin Mori, bir iki şarkısını dinleyip beğendiğim Portecho veee güzelim Starsailor vardı. Röyksopp'u unuttuğumu sanmayın. Onlar benim için günün yıldızı oldu. Hele Anneli Drecker ne tatlı, ne sempatik insanmış. O mimikler, danslar, hareketler... Canım benim, 'yenir ki bu'!

madonnaturk kapanıyor

Bugün siteye girdiğimde öğrendiğim habere gerçekten çok üzüldüm. www.madonnaturk.com Madonna hakkında güvenilir ve Türkçe haber alabildiğimiz her yönüyle kaliteli bir siteydi. Kapanma gerekçelerini gayet iyi anlıyorum. Ben de Confessions turundan beri Madonna ha geldi ha gelecek diye bir heyecanla bekledim. Sonuç hayalkırıklığı... Tüm emekleri için Hassan'a çok teşekkürler... Maalesef söylenecek ve yapacak hiçbirşey yok.

UH HUH HER

Herşey The L Word'ü merak edip izlememle başladı. Dizideki müstesna karakterlerden bıcır bıcır, şeker mi şeker Alice Pieszecki rolündeki Leisha Hailey meğersem aynı zamanda bir müzisyenmiş. Bunu öğrenmeme de The L Word'ün ilk sezon soundtrackindeki The Murmurs imzalı Genius şarkısının ilgimi çekmesi neden oldu. Sanırım bu grup dağılmış fakat Leisha'nın yeni bir grubu var. Uh Huh Her, Leisha Hailey ve Camila Grey'in bir araya gelmesiyle oluşmuş. Grubun albümü Common Reaction Ağustos 2008'de çıkmış. Ondan önce ise I See Red isimli EP'yi çıkarmışlar. Sözün özü, Uh Huh Her son günlerde çok fazla dinlediğim bir grup oldu. Özellikle Common Reaction, Covered, Wait Another Day, Explode ve Dreamer sevdiğim şarkılar. Eğer siz de bunlar ne menem birşey yapıyolarmış diye merak ederseniz http://www.myspace.com/uhhuhhermusic adresine bir göz atmalısınız. Şarkılar ilk dinlediğimde çok ilgimi çekmemişti fakat dinledikçe beni içine çekti.
Common Reaction (acoustic) :

rüyadır rüya!

Şu rüya denilen şey çok garip birşey. Aslında herşey beyinden kaynaklandığına göre beyin çok karmaşık ve ilginç bir yapı. Şu işsizlik zamanlarımda biraz fazla uyumamdan mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama çok fazla rüya görüyorum. Önceden de görürdüm de, bu kadar sık değil. Herşeyi gördüm, rüyamda hiç aşık olmamıştım. O küçücük rüyada sen git aşık ol. Bir de bazı rüyalar gerçeğe o kadar yakın duruyor ki! Ayrılacağımızı bilirmiş gibi 'unutma seni seviyorum' gibi laflar ettik. Şimdi nerden bulurum o aşık olduğum kişiyi:). Uyandığımda da bi mutluydum bi mutluydum... Eee uyanmak daha beter ya, hep o rüyanın içinde kalmak vardı. Çok alakasız biçimde Henry kardeşimizi de rüyamda gördüm heha! Sarılıp uyuduk bile. Rüyada uyumak ne demek acaba? Şarkılar söyledik, yorulduk, uyuduk. Şarkılar söyledik, yorulduk, uyuduk. Şarkılar söyledik, yorulduk, uyuduk. Şarkılar söyledik, yorulduk, uyuduk. Şarkılar...

Placebo geliyor!

Yine geliyorlar ve bu sefer gitmeyi çok istiyorum. Ama maalesef yine sorunum finansal. Yapacak birşey yok. Bir yandan da karar meselesi. İşsiz bir insanın bir konser için en az 70 lirayı gözden çıkarması... Sadece bir konser olarak da tanımlayamayız. İşte arada derede kaldım. Kendi param olmadıkça zor.
İşte yeni albümden ilk single'mız: For What It's Worth. Yorumlar genelde Brian'ın saçına yoğunlaşmış sanırım:). Kendisini her türlü sevmekle birlikte şarkıyı da sevmedim değil. Ne demek yaa çok sevdim, evet. 'got no friends got no lover'

For What It's Worth

Shot In The Back Of The Head - video by David Lynch

Canımız Moby'miz şarkıyı yapmış, David Lynch de videosunu çekmiş. Şarkıyı ben çok sevdim. Klibi de budur:

Shot In The Back Of The Head - video by David Lynch

Posted using ShareThis

Gerçekten Bitti!

Bitti. Önce çok acı verir sanmıştım. Ama ilk anda birşey hissetmedim. Sonra yine iyiydim. Gece olunca çöktü işte yine o karşı konulmaz, kalp kıran, iğrenç duygu. O ise bunlardan habersiz yine yüzüme gülüp beni kendince sevmeye devam edecek. Ben onu eskisi sevmeye devam edebilecek miyim? İlk kez onu görmek istemediğimi farkettim bugün. Ehh geçici olduğu kesin de, bu da bir başlangıçtır değil mi? Ne olur bu bir başlangıç olsun! Tanrım?

people ain't no good at all

başka da bişi demem. buna bi mantıklı açıklama gelmesin sildim seni. yok artık platonik aşk filan anam. şımarık, bencil, nankör şey.

Ne dinliyorum?

Aslında buraya bir müzik köşesi gerek. Bir köşe müziğe, bir köşe sinemaya, bir köşe tiyatroya...
Archive'i last.fm'de radyo dinlerken dikkatimi çeken Fuck U şarkısı sayesinde farkettim. Şu ana kadar bir tek Noise albümlerini dinleyebildim ama şimdiden bana favori gruplarımdan biri olacakları intibası bıraktılar. Bir de farkettim ki ben elektronik müziği de seviyormuşum. Elektronik rock denen bir tür var mı ki? Amaaan bilmiyorum ben öyle şu, bu, o şeklinde etiketlemeyi... Seviyoruz, dinliyoruz, müziksiz yaşayamıyoruz:).

Lost in 1979

Lost bu. Biz izleyenler teori üretmekten ya da üretememekten perperişan olduk. Düşüne düşüne beyin motorlarını yaktık. Sanırım bundan sebeptir ki, artık benim rüyalarıma da girmeye başladı. Ehem, Sawyer'lı müthiş rüyamı bir kenara koyarsak, geçen gece zamanda yolculuk yapıp 1979'a kendimi attım:). Ben atmadım da artık birileri yolladı işte. Neden 1979 hiç bilmiyorum. Ortalıkta bilgiçlik taslayarak dolaşıyordum. 'Hacııı, sen naparsan yap whatever happened, happened' havalarındaydım yani:))). Pehhh!

Başla!

Bu sefer farklı olsun dedim. Bu sefer yazdıklarım okunsa bile beni tanımayan insanlar okusun istedim. Tanıdıklarım okuyorsa bile ben olduğumu bilmesin istedim. Nasıl birşey olacağını bilmiyorum. Bi nevi deşarj mekânı...
-Kolay gelsin!
-Sağol!

About this blog

I remember one morning getting up at dawn, there was such a sense of possibility. You know, that feeling? And I remember thinking to myself: So, this is the beginning of happiness. This is where it starts. And of course there will always be more. It never occurred to me it wasn't the beginning. It was happiness. It was the moment. Right then.