Bir önceki yazıya ekleme:
Bu satırları yazan kadın kendini bir nehre attı yıllar sonra. Ceplerine ağır taşlar doldurmuştu. Yüzmeyi iyi biliyordu. Yüzse bile kurtulmamalıydı.

Demek bir başına bırakılmıştı. Kendini öldür, kendini öldür, diye haykırıyordu evren; bizim hatırımız için. Ama onların hatırı için neden öldürsündü kendini? Yemekler güzeldi; güneş sıcaktı; sonra kendini öldürmeye nasıl girişirdi insan, bıçakla mı, -ne kötü, her yan kana bulanır- yoksa havagazı koklayarak mı? Çok güçsüzdü; elini bile kaldıramıyordu. Üstelik şimdi ölmek üzere olan biri gibi yalnız, lanetlenmiş, bir başına bırakılmış olmasında inanmışların tadamayacağı bir özgürlük, bir lüks, görkem dolu bir ıssızlık buluyordu.


-Tomris Uyar'ın çevirisiyle Mrs. Dalloway'den-

Bette Davis I Love You!

Meryl Streep'e olan hayranlığım yadsınamaz. Hollywood'daki tabuları yıkmaya çalışan bir diğer ve sevdiğim oyuncu ise Bette Davis. İkisi de farklı oldular. Bette Davis yeteneğini ispatladıktan sonra güçlü ve karmaşık rollerde de kendini göstermeye başladı. Aktrislerin sadece güzel, iyi, zarif kadınları değil, çirkin, nefret edilebilecek karakterleri de oynayabileceğini gösterdi. Dış görünüş çok da önemli değildi onun için. O döneme göre gerçekten çok cesur bir 'kadın'dı. Yeteneğine uygun olmadığını düşündüğü bir rolü geri çevirdi ve bağlı olduğu stüdyoyla mahkemelik oldu. Amerikalı eleştirmenler tarafından en iyi aktrislerden biri olarak gösterilen bu kadın 2 kere Oscar kazanırken 10 kere de aday gösterildi bu ödül için. Benim için başarının ölçüsü Oscar veya eleştirmenlerin söyledikleri değil elbet. O da başka bir yazının konusu olur. Söylemek istediğim çok şey var eğer söz Oscarlardan açılırsa...
Bette Davis ile ilgili bir yazıya Meryl Streep adıyla başlamam aslında çok manasız değil. Meryl Streep kariyerinin ilk yıllarında Bette Davis'ten bir mektup alır. Bu mektupta Bette Davis, Meryl Streep'in kendisinin halefi olacağını hissettiğini anlatır. Bu bir bakıma gerçekleşmiştir çünkü Meryl'in de Hollywood'da farklı bir yere sahip olduğu bir gerçek. 60 yaşında olup da hâlâ başrollerde yer almak, hatta Devil Wears Prada ile başlayan süreçte dünya çapında müthiş gişe yapan filmlerde oynamak onu bu endüstride bir istisna yapıyor. Bir bakıma o da sisteme karşı duruyor. Her ne kadar onun durumu istisnai olsa da, belki de bir yere bir kapı açmıştır diye düşünüyorum.
Aslında bu yazıya başlarken sadece rüyamı anlatmayı düşünmüştüm ama Bette Davis'ten biraz bahsetmek istedim. İşte Bette Davis böyle biri ve ben ondan korkuyorum :). Röportajlarından da izlediğim kadarıyla lafını sakınmayan dobra biriymiş. Tüm o izlediklerimden, okuduklarımdan beynime yer edenlerin de etkisiyle böyle bir rüya gördüm galiba. Sanki ben o yıllardayım 1930'ların sonları 40'ların başları. Bette Davis bir filmin içindeymiş gibi. Karşısında janti bir aktör :). Oturmuşlar yemek yiyorlar. Ben de bir pencerenin arkasından izliyorum. İzlemek değil de, Bette Davis görür de onu gözetliyorum diye bana kızar, benden hoşlanmaz diye gizli gizli bir iki bakış atıyorum. Ama Bette Davis bu! Ondan kaçmaz tabii ki. Beni görüyor. Bana doğru geliyor ama ben nasıl korkuyorum bana kızacak diye. Herhangi biri olsa kızsın. Ben onu seviyorum, o yüzden kızmasa iyi olur yani. Sonunda yanıma kadar geliyor ve elini uzatıyor. Beklediğim olmuyor, tokalaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu arada Bette Davis'in üstünde uzun altın sarısı, parlak bir elbise var. Saçları da sapsarı, çok güzel. Uyandığımda gerçekten tanışmışız gibi gururlu ve mutluydum :). İlginç ve fark yaratan insanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Gerçekten tanışmak isterdim. Geçenlerde bu duyguyu Virginia Woolf için hissetmiştim. Yanlış zamanda dünyaya gelmişim sanki.
Eğer Bette Davis'i hiç seyretmediyseniz özellikle All About Eve ve Whatever Happened to Baby Jane? filmlerini izlemenizi tavsiye ederim. Hmm bir de onun o çatallı sesini sevdiğimi söylemiş miydim?

Bir sürü rüya biriktirdim yine :).

About this blog

I remember one morning getting up at dawn, there was such a sense of possibility. You know, that feeling? And I remember thinking to myself: So, this is the beginning of happiness. This is where it starts. And of course there will always be more. It never occurred to me it wasn't the beginning. It was happiness. It was the moment. Right then.